İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.
Akşener açıklamalarında şu ifadelere yer verdi:
“Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler,
ve bugün, sansüre hayır demek için, grup toplantımızın özel konuğu olan,
kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Ak Parti iktidarının beceriksiz ellerinde bugün,
maalesef, gittikçe daha da derinleşen,
bir devlet krizinin tam ortasındayız.
Bugün Türkiye’de;
Özgürlüğü, hakkı ve vicdanı, mumla aratıyorlar!
Bugün Türkiye’de;
Hukuku ve adaleti, kirli emellere alet ediyorlar!
Bugün Türkiye’de;
Kadınları, sahipsiz bırakmaya çalışıyorlar!
Bugün Türkiye’de;
Bir kadını, bir evladı, acısı hâlâ yüreğimizde sızlayan, Pınar kızımızı,
vahşice aramızdan alan bir katile;
“haksız tahrik indirimi” uyguluyorlar!
Yani bugün Türkiye’de;
Bir psikopatın, 14 yıl sonra, sokaklarımızda gezebilmesine göz yumuyorlar!
Kadın katillerine cesaret veriyorlar!
Sapıkları yüreklendiriyorlar!
Yuh olsun!
Yazıklar olsun!
Türk yargısı için, utanç vesikası olarak anılacak bu kararda,
onayı olan, imzası bulunan herkesi,
Allah’a havale ediyorum.
Umarım bir gün;
Bu katillerin, bu vicdansızların, bu psikopatların;
Sadece başkalarının çocuklarını, kardeşlerini, eşlerini değil;
Sizin de;
Çocuğunuzu, kardeşinizi, eşinizi bulabileceğinin farkına varırsınız.
Umarım bir gün;
O adalet terazisinin, size de lazım olabileceğinin farkına varırsınız.
Umarım bir gün;
Girdiğiniz vebalin, aldığınız ahın,
bu dünyadan sonra, bir de ahiretin olduğu gerçeğinin, farkına varırsınız.
Değerli kadınlar;
Biz yıllardır, bir hak, bir yaşam ve bir özgürlük mücadelesi veriyoruz.
Bu mücadelede;
Hakkımıza girmek istediler…
Sesimizi kısmak istediler…
Yolumuzu kesmek istediler…
Ama başaramadılar.
Bizi yok sayarak, unutturacaklarını sandılar…
Bizi yaralayarak, bastıracaklarını sandılar…
Bizi öldürerek, eksilteceklerini sandılar…
Ama çok yanıldılar.
Çünkü her ne kadar, iktidar,
kadınları her fırsatta hor görse de;
bu kirli zihniyete, her fırsatta yol verse de;
kadınlara yönelen şiddete, her fırsatta göz yumsa da;
Biz biliyoruz ki; artık günleri sayılı…
Çok yorulduk, çok yara aldık, çok can kaybettik.
Ama artık, çok az kaldı!
O sandık gelecek, ve bu kirli zihniyet çekip gidecek.
Ve işte, o gün geldiğinde;
Yaralarımızı birlikte saracağız!
Adaleti, özgürlüğü ve güveni birlikte sağlayacağız!
Ölümleri, tacizleri, tecavüzleri değil, artık başarılarımızı konuşacağız!
İYİ Parti iktidarında;
İstanbul Sözleşmesi yeniden yaşatacak!
Kadınlar yeniden konuşacak!
Milletimiz yeniden huzur bulacak!
Emin olun, çok az kaldı!
Aziz milletim;
Geçtiğimiz hafta, 9’uncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in,
aramızdan ayrılışının, 7’inci yıl dönümüydü.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, milletle bütünleşen cumhuriyet anlayışında;
Eğitimde fırsat eşitliği vardır.
Devlette liyakat vardır.
Milletin vergileriyle yapılan her işte, titizlik ve tutumluluk vardır.
Bu bilinçle yetişmiş devlet insanları da,
her şeyden önce, devletini ve milletini;
gözetir, yüceltir ve korur.
Nitekim Süleyman Demirel de,
Genç cumhuriyetin millet olma idealiyle yetişmiş,
ve bu memleketin ona sunduğu her bir imkanı;
“Önce millet, önce memleket.” diyerek yaşamış,
“Önce devlet, önce cumhuriyet” diyerek yaşatmıştır.
Türk demokrasisi adına verdiği, büyük mücadeleyi,
Türk devleti için öne koyduğu, ortak aklı, meşvereti,
Millete rağmen değil, milletle beraber yürüyen siyaset anlayışını,
Ve milletimizin gönlündeki sarsılmaz yerini,
hiçbir zaman unutmayacağız.
Nitekim bugün, ondan aldığımız ilhamla,
siyasetimizin merkezine, milletimizi alarak;
memleketimizi il il, ilçe ilçe, karış karış geziyoruz.
Milletimizle el ele, kol kola, kalp kalbe,
emin adımlarla iktidara yürüyoruz.
Ve biliyoruz ki;
Çok az kaldı!
Türk devletinin, cumhuriyet değerlerimizle, yeniden canlanmasına
Çok az kaldı!
Türk demokrasisinin, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile yücelmesine,
Çok az kaldı!
Türk milletinin, hak ettiği huzura, mutluluğa ve refaha kavuşmasına,
Çok az kaldı!
Allah’ın izni, milletimizin desteğiyle,
demokrasi tarihimizin üzerindeki, bu kara günlerin lekesini çıkarmamıza,
Çok az kaldı!
Bu vesileyle, İslamköy’den çıkıp, barajların kralı, gariplerin de babası olan,
Cumhuriyetimizin önemli başarı hikayelerinden Süleyman Demirel’i,
saygı, özlem ve rahmetle anıyorum.
Ülkemiz için yaptıkları, her birimizin hatırasında yaşayacak.
Allah ondan razı olsun…
Aziz milletim;
Ülkemizde geçen her saati;
Yeni bir krizin eşiğinde tedirginlikle bekliyoruz.
Her geçen günü;
Yeni bir zamla açıyor,
Yeni bir kaygıyla bitiriyoruz.
Her geçen haftayı da;
Bay Kriz ve Nebati Bakan’ın,
saçma sapan açıklamalarını dinleyerek geçiriyoruz.
Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz hafta, bütçe verileri açıklandı.
Ve biz de, bu vesileyle,
Ak Parti iktidarının;
KOBİ’lerimize, esnaflarımıza, ihtiyaç sahiplerine bakışını,
bir kez daha görme fırsatı elde ettik.
Bay Kriz’in bütçesinde;
ülkemizdeki tüm çiftçilere ve öğrencilere ayrılan paranın,
“Kur Korumalı Mevduat Sistemi’ne” ödenen paradan,
daha az olduğuna, ibretle şahit olduk.
Yanlış duymadınız.
Sözüm ona “Yeni Ekonomi Modeli’nde”, Türk Lirası çakılmasın diye icat ettiği,
“Kur Korumalı Mevduat Sistemi” ucubesi için ödenen para;
tarıma ve öğrenci burslarına ödenen paranın, toplamından daha fazla.
Hatta bu sisteme ödenen para,
sosyal yardımların, iki katından bile fazla!
Maalesef bu gidişle, “Kur Korumalı Mevduat Sistemi’nin” ülkemize maliyeti,
230 milyar lirayı bulacak.
Bu parayla, ülkemizin birçok problemini, rahatlıkla çözmek varken,
Bay Kriz ve arkadaşları, sırf fantastik fikirleri, bir gün daha yaşayabilsin diye,
bu ülkenin kaynaklarını, heba ediyor.
Ne diyeyim, Allah akıl fikir versin.
Bu arada, biliyorsunuz, bir de Nebati Bakan’ın üstadı, Damat Bakan vardı…
Hatırlarsınız, o da, affını istemeden önce, yine dahiyane bir fikirle,
bu ülkenin hazinesini, dolar ve altın üzerinden borca sokmuştu…
Peki, bu muhteşem borçlanma stratejisinin maliyeti,
ne kadar oldu biliyor musunuz?
Bugün itibarıyla, 710 milyar lira.
Yanlış duymadınız.
Bir Damat Bakan kolay yetişmiyor.
Nebati Bakan’ın daha gideceği çok yol var…
Bu 710 milyar liranın, 110 milyar lirasını ödedik,
Bugünün parasıyla, ödeyeceğimiz 600 milyar lira daha var.
Yani Kayınpeder, Damat ve Nebati’den oluşan,
ve artık pek de güldürmeyen, bu komedi dans üçlüsünün, dahiyane fikirlerinin,
ülkemize maliyeti, en az 940 milyar lira.
Bu para, ülkemizin vatandaşından, şirketlerinden,
bir yıl boyunca toplanan vergilerin, neredeyse yüzde 90’ı.
Yani vatandaşımız ve şirketlerimiz, hiç durmadan çalışıyor, çabalıyor.
Bu fantastik üçlü de, bu parayı, eşsiz ekonomi vizyonlarıyla saçıp savuruyor.
Tüm bunlar olurken de, olan milletimize ve memleketimize oluyor.
Türkiye’nin CDS puanı, son 19 yılın en yüksek seviyesine çıkmış, 800 puanı aşmış.
ama bu arkadaşların rahatı, pek bir yerinde…
Enflasyon milletimizin belini bükmüş, Bay Kriz, maaşına zam peşinde…
Ekonomi rayından çıkmış, bunlar sosyal medyayı kontrol etme derdinde…
Biliyorsunuz önümüze, “Sosyal Medya Yasası” adı altında, yeni bir yasak getirdiler.
Neymiş?
Yalan habere karşı önlem alacaklarmış.
Neymiş?
Dezenformasyonla mücadele edeceklermiş.
Neymiş?
Sosyal medya yalancıymış.
Çünkü onlara göre yolsuzluk yok;
haberi yapanlar yalancı.
Aslında sığınmacı sorunu da yok;
var diyenler yalancı.
Ekonomide her şey tıkırında;
ekonomi kötüye gidiyor diyenler yalancı…
Değerli dava arkadaşlarım;
Bu yasa, internet sitelerini hizaya çekme yasasıdır.
Bu yasa, televizyon ve gazeteler üzerinde kurulan baskıyı, internete taşıma sevdasıdır.
Bu yasa, yeni bir RTÜK oluşturma çabasıdır.
Ez cümle bu yasa, bir istibdat yasasıdır!
Peki neden böyle bir yasaya gerek duydular biliyor musunuz?
Çünkü korkuyorlar.
Gerçeklerden korkuyorlar.
Adaletten korkuyorlar.
Milletin özgürce konuşmasından,
herkesin doğruları öğrenmesinden korkuyorlar.
Uğruna her şeyi verecekleri o koltukları, kaybetmekten korkuyorlar.
Kurdukları rant düzeninin dağılmasından korkuyorlar.
Maskelerin düşmesinden, saraydaki sefanın bitmesinden korkuyorlar.
Ne kadar beceriksiz olduklarının yazılmasından,
Ülkemize ne büyük kötülükler ettiklerinin çizilmesinden,
Kapı arkalarında döndürdükleri dümenlerin, açığa çıkmasından korkuyorlar.
Artık öyle bir panik halindeler ki;
Havuz medyasındaki düzeni, sosyal medyaya da taşımak için uğraşıyorlar.
Varsın olsun.
İstedikleri kadar uğraşsınlar.
Biz;
“Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!” demeye, devam edeceğiz.
İstedikleri yasağı getirsinler.
Biz;
“Kahrolsun zulüm, yaşasın adalet!” demeye, devam edeceğiz.
İstedikleri kadar gerçeklerden kaçsınlar.
Biz;
Her türlü haksızlığın, adaletsizliğin ve yasağın karşısında;
Sözü milletimize vermeye devam edeceğiz!
Nitekim bu hafta, yine özel konuklarımız var.
Basın örgütlerinin, başkan ve yöneticileri aramızda.
“Basın hürdür, sansür edilemez” ilkesine olan tüm inancımla,
görevini onuruyla yapan gazetecilerimizi selamlıyorum.
Bugün Milletin Kürsüsü’nde;
Fikirlerine kelepçe, kelimelerine pranga, haberlerine de sansür uygulanmak istenen,
basın mensuplarımızı dinleyeceğiz.
Bu istibdat kanununa karşı durmak için,
bugün Ankara’da buluşan, medya mensupları adına,
kürsümüzü, duayen bir isme, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Sayın Nazmi Bilgin’e bırakıyorum.
Buyurun Nazmi Bey, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.
Rahmetli Demirel der ki;
“Hakların askıya alınışını alkışlayan bir meclis olmaz.
Çünkü o askıya alınan hak, burada oturan kimselerin, ne şahsi hakkıdır ne de malıdır.
Onlar birer hak olmaktan ziyade, bizi buraya gönderenlerin verdiği bir görevdir.
Hakların askıya alınışını alkışlayan bir müessese, kendi lüzumsuzluğunu da ilan etmiş olur.”
Şundan emin olun ki;
Milletin haber alma hakkına göz dikenleri unutmayacağız.
Milletin kendine verdiği kutsal görevi hak bilenleri,
emanete hıyanet edenleri unutmayacağız.
Yüce Meclisimizi, lüzumsuzlaştırmaya kalkanları unutmayacağız.
İYİ Parti olarak, milletimizin bu en temel hakkını,
sonuna kadar savunacağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Yaz aylarının gelişiyle birlikte,
iklim Krizi’nin yol açtığı, yeni felaketleri izliyoruz.
Görüntüleri ve haberleri endişeyle takip ediyoruz.
Geçen sene yaşadığımız korkunç günlerin,
bir daha tekrar etmemesi için dua ediyoruz.
Ancak uzmanlar,
Akdeniz’den gelen sıcak hava dalgasının,
Türkiye’yi de etkisi altına alabileceğini söylüyor.
Bu durumun, yangın afetlerine ve orman yakan hainlere, davetiye çıkartacağı aşikar.
Nitekim daha dün akşam,
Marmaris-Bördübet’ten felaket haberi geldi.
Gelen bilgilere göre, yine uçak yok.
Yine hazırlık yok.
Yine kontrol odası pozları, bol miktarda hamaset var.
Bu nedenle;
İktidarı, bir kez daha uyarmak istiyorum.
Geçtiğimiz sene, günlerce,
yüreğimizi yakan, nefesimizi kesen, ve canlarımızı alan yangınları, unutmadık.
Siz de unutmayacaksınız!
13 makam uçağınız olmasına rağmen;
“Yangın söndürme uçağımız yok.” diyen kepazeliği unutmadık.
Siz de unutmayacaksınız!
Ağacına, ormanına, cennet doğasına sahip çıkan milletimizin,
nasıl yalnız bırakıldığını unutmadık.
Siz de unutmayacaksınız!
Unutmayacak ve bu sefer, çok daha geç olmadan,
gereken önlemleri alacaksınız!
Bu sefer de, beceriksizliğiniz, ihmaliniz ve hatanız yüzünden, aynı felaketi yaşarsak;
bizim de, milletimizin de iki eli, yakınızda olacak.
Bunu da böyle bilesiniz.
Aziz milletim;
Memleketimizi il il, ilçe ilçe, sokak sokak gezmeye,
hız kesmeden devam ediyoruz.
Geçtiğimiz hafta da Manisa’daydık.
Yine bitmek bilmeyen zamların, eriyen alım gücünün yaşattığı çileyi gördük.
Yine boş kalan topraklara, aç kalan hayvanlara şahit olduk.
Yine kaynamayan tencerelerin, siftahsız dükkânların gerçeklerini dinledik…
Mesela;
Salihli’de tatlıcı dükkânında çalışan bir kardeşim dedi ki;
“Evim kira.
İki asgari ücretle, zor geçiniliyor.
Eti zaten alamıyordum da, en azından 30 liralık kıyma alıyordum.
Artık onu da alamıyorum.
Artık ayda bir, yemek içine koymak için, 50 liralık kıyma alıyorum.
Bölüp bölüp, 4 defa kullanıyorum.
Ne yapayım, evde 5 kişiyiz…”
Mesela;
Butik işleten bir esnaf kardeşim dedi ki;
“İşlerimiz durgun.
Alım gücü düştü, insanlarda para yok.
Mal almaya gittiğimde, bir baktım ki elimdeki para da gitmiş.
Her şey dolar bazında.
Gelen her ürün, 3 katı fiyatıyla geliyor.
1 pantolon satıyorum: 300 lira.
1 etek, gömlek: 600 lira.”
Mesela;
Soma’da kebapçı işleten bir esnafımız dedi ki;
Aldığımızı yerine koyamıyoruz.
15 liraya satarken para kazanıyordum.
Şimdi 30 lira oldu, kazanamıyorum.
Çünkü;
Lavaşı 75 kuruşa alıyorduk, şimdi 3 lira.
Domates dün 8 liraydı, bugün 18 lira.
Et olmuş, 160-170 lira.
Çalışanım 4253 lira alıyor, 2 çocuğu var, nasıl geçinsin?
Yıllardır bu işi yapıyorum.
Ben böyle bir şey görmedim.
Ecevit’e yazarkasa atıldığı zaman bile, böyle değildi.
5 bin lira kira, 3 bin lira elektrik ödüyorum.
Bu para nasıl dönecek?
İnsanlar çarkı nasıl çevirecek?”
Manisa ziyaretimizin acı tablolarından biriyle de;
Gölmarmara’da karşılaştık…
Marmara Gölü kurumuş.
Çiftçilerimiz perişan.
Bölgedeki vatandaşlarımız durumu;
“Gölmarmara, oldu Çöl Marmara.” diyerek tarif etti.
İşte o nedenle, bugün Milletin Kürsüsü’nde, bir misafirimiz daha olacak.
Gölmarmara’daki vahim tabloyu, bizzat Gölmarmaralı kardeşlerimizden dinleyeceğiz.
Niğmet Sezen Hanım, bugün aramızda.
Buyurun Niğmet Hanım, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum…
Değerli dava arkadaşlarım;
Gölmarmara’daki bu hazin tablonun içerisinde,
25 yaşında bir gencimizle karşılaştım.
Dedi ki;
“4 yıllık maliye bölümü mezunuyum.
Çiftçilik yapıyorum.
70-80 dönüm ekiyorum.
Yövmiyeye çağırırlarsa, tarlaya, çapaya, küreğe gidiyorum.”
Bakın;
4 yıllık Maliye bölümünden mezun olan bir gencimiz,
tarlada elleri çatlayana kadar çalışırken;
hem, okumak için verdiği çabanın, boşa gidişinin,
hem de, iktidarın iş bilmezliğinin, yükünü taşıyor.
Yani;
Bay Kriz ve arkadaşlarının,
ülkemizi içine soktuğu krizler sarmalı;
Yine gençlerimizi can evinden vuruyor.
Yine gençlerimizin çabalarını yok ediyor.
Yine gençlerimizin hayallerini çalıyor.
İşte ben de, tam olarak bu nedenle, gençlerimizle buluşuyorum.
Biliyorsunuz, “Gençler İçin Gençlerle Beraber” diyerek;
tersine mentorluk oturumları başlattık.
Geçtiğimiz hafta, sekizinci oturumumuzu gerçekleştirdik.
Bu defa, KYK mağduru gençlerimizle buluştuk.
Yedikleri yemekten, yattıkları yatağa kadar, çok zor koşullarda yaşayan,
hayata borçla başlamak zorunda kalan, gençlerimizle dertleştik.
Yine onlar içlerini döktü, ben dinledim.
Onlar yaşadıklarını anlattı, ben öğrendim.
29 yaşındaki bir gencimiz dedi ki;
“İlk sene kredi almadım, dayanmaya çalıştım.
Ama sonra, ailemden daha fazla para istemem gerekeceğini gördüm.
O zamanlar kredi 350 liraydı, 350 lira da babam gönderiyordu.
Allah’tan sadece 3 sene aldım.
Askere gitmeden önce, faiz binmesin diye, birkaç taksit ödedim.
Döndüm, iş bulana kadar, tüm ödediklerim boşa gitti.
Yani, askere gittim diye, bana faiz uygulandı.
Sonra iş buldum, ödemeye başladım.
Sonra iş yerim, yurt dışına taşınacağı için, ayrılmak zorunda kaldım.
Yine bir boşluk oldu.
Yine tüm ödediklerim boşa gitti.
En son yapılandırdık.
Yılbaşından sonra da, evlilik sürecine girdim.
Zaten ekonomi de tepetaklak oldu.
Artık bütün umudumu kaybettim.
Eşim de psikolog, o 5 yıl kredi aldı.
Onun borcu, daha da fazla.
Yani diyorum ki, bize reva görülen bu mu?”
20 yaşında, hem KYK kredisi kullanan, hem de KYK yurdunda kalan bir kızımız diyor ki;
“Odalar çok kalabalık.
Ben şanslıyım, 4 kişilik odada kalıyorum.
7-8 kişilik olanlar var.
Odalar, haftada sadece iki gün temizleniyor.
Çıkmayı düşündüm, ama şu an, herhangi bir evin kirası, 5-6 bin lira.
Bize yurtta yemek için, 17 lira veriliyor.
Etli yemek, 14 lira.
Bir etli yemek, bir pilav aldığımda bitiyor.
Ne yapacağım ben?
Bir yandan da çalışıyorum.
Ama 11’de yurda girmek zorundayız.
Yazın İstanbul’da, toplu taşımayla nasıl yetişebilirim?
Çok umutsuzum.
Ben bu ülkede, istediğim gibi geçinebileceğimi,
istediğim sosyal aktiviteleri yapabileceğimi, kesinlikle düşünmüyorum.
O yüzden, kafamda şu an tamamen gitmek var.”
Mesela;
Yine 20 yaşındaki bir oğlumuz dedi ki;
“Benim ailem de asgari ücretle geçinen bir aileydi, ama bana yurt çıkmadı.
Bir evde, 7 kişi kaldık.
Mecburen kredi almak zorunda kaldım.
O da kiraya, ev masraflarına gidiyor.
Geçen gün, bütünleme sınavı için, dört arkadaş gittik,
iki gece parkta yattık.
Sabah ezanından sonra da, camiye gidip, camide yattık.
Yol masrafı yüzünden, 4-5 arkadaşım iki senelerini heba edip, okulu bıraktı.
Ben, iki sene kredi aldım.
Şu an enflasyondan dolayı, 51 bin lira borcumuz olduğu söyleniyor.”
KYK yurdunda kalan bir başka gencimiz dedi ki;
“Pandemi dönemi yerleşip, ilk senesinde gelemeyenler oldu.
Pandemiden sonra da, yeni yerleşenler oldu.
Ama pandemi süresince yurt yapılmamış, odalarda kalan öğrenci sayısı arttırılmış.
Nerede kaldı sosyal mesafe?
Kolumu kaldırıyorum birine çarpıyor.
Bunun olacağı bariz belliydi.
Pandemi dönenimde, neden yurt yapılmadı?”
Değerli dava arkadaşlarım;
Gencecik yaştaki evlatlarımıza;
Yurt dışına gitmekten başka çare bırakmayan bu çaresizliğin,
hayallerine kavuşamayacağını düşündürten bu umutsuzluğun,
esas sebebi ne biliyor musunuz?
Kapsayan, imkanlar sunan, fırsatlar oluşturan,
bir devlet anlayışından, mahrum bırakılmaları…
Üstelik sadece gençlerimiz değil.
Bugün, milletimizin her kesimi, bu devlet anlayışından mahrum.
Çünkü Ak Parti iktidarı, kendisini devlet gibi gördüğü için;
insan kayıran, kutuplaştıran ve engeller ören yönetim anlayışıyla,
milletimizin devlet anlayışını da zedeliyor.
Bu kirli zihniyet, her şeyden önce, devlet-millet bağına zarar veriyor.
Milletle beraber değil, millete rağmen yol yürüyerek;
Milletimizin, çaresiz, kimsesiz ve yalnız hissetmesine sebep oluyor.
Oysa;
Kurumsal devlet anlayışımıza göre;
Millet, egemen unsurdur.
Millet, kurucu değerdir.
Millet, bağımsızlığın teminatıdır.
Millet, birlik ve beraberliğin temelidir.
Cumhuriyetimize kadar gelinen süreçte, devletten ayrı tutulan bir millet varken;
Cumhuriyetimizle birlikte;
Devlet-millet birliği sağlanmış,
devlet yönetiminde, millet egemenliği hâkim kılınmıştır.
Çünkü Cumhuriyetimiz her zaman;
Milletimize, memleketimizin esas sahibi olarak bakmış,
devletimizin mayası olduğu gerçeğini görmüştür.
Nitekim;
Benimsenen ilkeleri, yapılan inkılapları,
yeni kurulan ve korunan tüm kurumları,
varılacak tüm hedefleri, millet için belirlemiştir.
Cephede eşitlenen bir milleti, hayatın tüm alanlarında eşitlemek için,
tüm imkanlarıyla mücadele etmiştir.
Yoksulu zenginden, köylüyü şehirliden, yaşlıyı gençten, kadını da erkekten ayırmamıştır.
Bu eşitlik mücadelesini, sağlama almak için de;
Hukukta adaleti,
Eğitimde fırsat eşitliğini,
Toplumda güveni garanti etmiştir.
Paşa dedeleri, gümüş kaşıkları ortadan kaldırarak;
Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartını taşıyan herkesi,
Büyük Türk Milleti’nin, asli unsuru bilmiştir.
Nitekim, iktidardakilerin, adeta hakaret etme yarışına girdiği Atatürk’ümüz de;
insani şahsiyetimizin, bedenimizde değil, ruhumuzda saklı olduğu inancıyla;
Millet kavramına,
“Zengin hatıra mirasına sahip bulunan,
Beraber yaşamak konusunda, ortak arzu ve olurda, samimi olan,
Sahip olunan mirasın korunmasında, beraber devam hususunda,
iradeleri ortak olan insanların, meydana getirdiği cemiyet.”
olarak bakmıştır.
Bu sözün arkasında;
Ne ayrımcılık, ne ırkçılık, ne de kutuplaştırma vardır.
Bu sözün arkasında;
Ortak vicdanımız, ortak sevgimiz, ortak değerlerimiz ve ortak hatıralarımız vardır.
Bu sözün arkasında;
Birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu vardır.
Aziz milletim;
Atatürk der ki;
“Milliyetimizden, gaflet edişin acısını, çok gördük.
Kabahatimiz, kendimizi unutmamızmış…”
Maalesef bugün;
Yine, tam olarak, aynı kabahatin eşiğindeyiz.
Birileri yine, bize kim olduğumuzu unutturmak istiyor
Birileri yine, devlet-millet bağını kopartmak istiyor.
Bunun için de;
Hem devlet kavramının, hem de millet kavramının,
içini boşaltmaya çalışıyorlar.
Ortak hatırlarımıza, ortak zenginliklerimize, ortak değerlerimize,
türlü iftiralarla, yalanlarla, algı oyunlarıyla saldırıyorlar.
Beraber yaşama arzumuzu, birbirimize olan saygımızı, sevgimizi;
Kutuplaştırma taktikleriyle, nefret diliyle ve öfke siyasetiyle yıkmaya çalışıyorlar.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü hazmedemiyorlar.
Atatürk’ün o büyük vizyonunu hazmedemiyorlar.
Cumhuriyet değerlerimizi hazmedemiyorlar.
Küllerinden bir devlet doğuran, o kutlu iradeyi hazmedemiyorlar.
Çünkü tüm gücün, kendilerinde olmasını istiyorlar.
Çünkü onlara hiç kimse karışmasın,
Onlardan başka hiç kimse konuşmasın,
Hiç kimse onları eleştirmesin,
Hiç kimse onlardan, hesap sormasın istiyorlar.
Hatta;
Millet iradesinin tecelligâhı Gazi Meclisi’mizi bile, bir pranga olarak görüyorlar.
Bugün Ak Parti iktidarı için millet;
Ak Partiliyse kayrılan, değilse ayrılan,
Susarsa makbul, konuşursa hain çıkan,
Erkekse kabul, kadınsa vitrin süsü olan,
Zenginse gözde, fakirse sözde kalan demek.
20 yıllık iktidarlarının sonunda, Ak Parti;
Köprü diye diye gelip, milletle devlet arasındaki köprüleri yıkmayı,
Yol diye diye gezip, demokrasiye giden tüm yolları tıkamayı,
Türkiye’yi şahlandırma masalları anlatıp,
Yolsuzluğu, yoksulluğu ve yasakları şahlandırmayı seçti.
“Millete hizmetkâr olmaya” gelenler;
Milleti, hizmetkârı olarak görmeye başladı.
Ve bugün;
Milletin omuzlarına basarak yükseldikleri yerde,
artık milletle değil, tam tersine, millete rağmen,
yandaşlarıyla el ele yürümeye çalışıyorlar.
İşte bu yüzden;
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle birlikte;
saray sefasını ve koltuğunu korumayı, kutsal bir amaç olarak benimseyen Sayın Erdoğan,
yoluna çıkan her şeyi de, züccaciye dükkanına giren fil misali,
kırıp parçalıyor.
Özellikle de milli birliğimizi…
Çünkü, adı gibi biliyor ki;
Millet bir arada olursa;
Bu ucube sistem daha fazla yürüyemez.
Millet bir arada olursa;
O koltukta daha fazla oturamaz.
Millet bir arada olursa;
O sarayda daha fazla kalamaz…
Eserinle gurur duy Sayın Erdoğan!
Sayende, bugün artık 2 Türkiye var:
Bir tarafta;
Ranta, yağmaya, talana boğulan,
Kara gün akçesine el konulan,
faiz lobilerine, petrol krallarına peşkeş çekilen,
bizim Türkiye’miz.
Diğer tarafta;
Sarayların, lüküs hayatların, şatafatlı sofraların olduğu,
zevki-sefanın hüküm sürdüğü, senin Türkiye’n!
Sayın Erdoğan;
Sayende, bugün artık, 2 millet var:
Bir tarafta;
Toprağını ekemeyen,
Hayvanını besleyemeyen,
Atanamayan,
Hakkını alamayan,
Yiyecek ekmeği, başını sokacak çatıyı bulamayan,
Sansürle, baskıyla ve endişeyle yaşayan;
Hatta artık, nefes bile alamayan,
Her partiden, her görüşten, her düşünceden, bizim, mağdur milletimiz.
Diğer tarafta ise;
Yandaşlardan, haramilerden, rant şebekelerinden,
Mafyalardan, simsarlardan, tefecilerden,
5 maaş, 10 maaş, 11 maaş alan, saray danışmanlarından,
Torpilli yeğenlerden, pudra şekercilerinden,
Lüks, şatafat ve israf meraklılarından,
Ez cümle;
çevrendeki bir avuç iktidar şımarığından müteşekkil, senin mağrur milletin.
Sayın Erdoğan;
Sayende, bugün artık 2 gerçek var.
Bir tarafta;
Milletçe, çarşıda, pazarda, sokakta, okulda, işte;
gördüğümüz, duyduğumuzu ve yaşadığımız,
bizim gerçeğimiz…
Diğer tarafta ise;
Saray danışmanlarının, yandaş medyanın,
Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’nun,
beceriksizlik abidesi bakanlarının,
ve kürsü şovların sırasında, bizzat senin,
utanmadan, sıkılmadan anlattığınız, senin gerçeğin.
Biz senin ilkmek ilmek örüp, memleketin başına bela ettiğin bu paralel dünya ile,
bıkmadan, usanmadan, mücadele etmeye devam edeceğiz.
İkiye ayırdığın ülkemizi, yeniden birleştireceğiz.
İkiye ayırdığın milletimizi, yeniden barıştıracağız.
İkiye ayırdığın gerçekliği, yeniden hakikatle buluşturacağız.
Bunu da, tek bir yanlışla mücadele ederek yapacağız!
Çünkü bu ucube paralel evrenin ardında, aslında tek bir yanlış var.
Milletin varlığına ve dirliğine,
Bizzat, ondan aldığı yetkilerle el koyup,
bir avuç beceriksizi, bir milletin tepesine çıkartan, tek bir yanlış var.
Devletimizin kurumsallığını,
Hukukumuzun güvenilirliğini,
demokrasimizin geleneğini yok eden, tek bir yanlış var.
Ülkemizi her geçen gün, adım adım uçuruma sürükleyen,
Tek bir sistem, tek bir adam, tek bir yanlış var.
O yanlış sensin, sen!
O yanlış sensin, Sayın Erdoğan!
Değerli dava arkadaşlarım;
Ak Parti iktidarı ve bizzat Sayın Erdoğan’ın eliyle;
Devlet-millet beraberliğinin, yönetim biçimi olan Cumhuriyetimizin;
Tüm kurumları, değerleri ve gelenekleri yozlaştırıldı.
Yandaşlık bilincinin aşılanması için, millet bilinci sarsıldı.
Günü birlik kavgalarla, siyasi hesaplarla ve hırslarla;
Komşu komşuya, kardeş kardeşe düşman edildi.
Her gün yeni bir sınavla, yeni bir engelle ve yeni bir yasakla boğuşurken;
Belki de;
Birbirimizin dertlerinden, acılarından, yaşadıklarından bihaber kaldık.
Ne yazık ki bugün;
Ortak ideallerimizi, ortak duygularımızı, millî yükümlüklerimizi,
Yani Ziya Gökalp’in deyimiyle, harsımızı kaybetmiş durumdayız.
İşte o nedenle;
Türkiye’nin liyakatsiz ellerce sürüklendiği, bu yol ayrımında,
İYİ Parti kadroları olarak, üzerimize, tarihi bir sorumluluk düşüyor.
Üretirken tükenen çiftçinin,
Konuşurken tükenen gençlerin,
Yazarken tükenen gazetecilerin,
Yaşarken tükenen ömürlerin,
Kalkanı, zırhı, mızrağı olacağız!
Konuşan bir Türkiye için, meydanlarda,
Gören bir Türkiye için, sokaklarda,
Duyan bir Türkiye için, kürsülerde olacağız.
Üreten bir Türkiye için tarlalarda,
Yeşil bir Türkiye için ormanlarda,
Mavi bir Türkiye için ırmaklarda,
Yaşayan, yaşatan ve mutlu bir Türkiye için,
Şehirlerde, ilçelerde, köylerde olacağız.
Bozlağı susturulmuş bir Türkiye için, Avşar ellerinde,
Dengbeji susturulmuş bir Türkiye için, Serhat illerinde,
Horonu susturulmuş bir Türkiye için, Karadeniz’de olacağız.
İYİ Parti iktidarında;
Makulde ve ortak akılda buluşan bir siyaset anlayışıyla,
Milleti, devletin üstünde gören liyakatli kadrolarda,
Cumhuriyet değerlerimizle yeniden buluşacağız.
Atatürk’ümüzün o büyük vizyonu doğrultusunda, millî birliğimizi yeniden yakalayacak,
Yeniden hakça paylaşıp, hakça zenginleşeceğiz!
Türkiye’yi yeniden ayağa kaldıracak,
Türk Milleti’ni yeniden harsıyla kavuşturacağız!
Hak ettiğimiz, güçlü, zengin ve mutlu Türkiye’ye,
milletimizle, el ele, omuz omuza, hep beraber ulaşacağız.
Bize inanın, bize güvenin.
Bundan 103 yıl önce, Amasya’dan haykıran o kutlu irade ne diyordu?
Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.
İstanbul hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir.
Bu durum ise milletimizi, yok olmuş gibi göstermektedir.
Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!
Hiç şüpheniz olmasın.
Dün olduğu gibi, bugün de;
Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!
Hiç merak etmeyin, İYİ Parti iktidarına çok az kaldı!
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.”